2 Haziran 2011 Perşembe

ANTİK YUNAN HEYKEL SANATI

ANTİK YUNAN HEYKEL SANATI

Yunan sanatında başlangıçtaki taş, kemik, fildişi ve tunç malzemelerinden yapılmış ilkel heykel örnekleri görülür.
Yunan sanatı başkalarının görmesini amaçlayan bir sanattır. Bu nedenle heykel seyircinin görüşü ve değerlendirmesi noktasında ele alınmıştır. Yunan heykellerinde figür; genel ideal ölçüler, ortak ideal insan tipi düşünülerek ortaya konmuştur. Yunan sanatında güç ve hareket sportif etkinliklerde örnek oluşturacak durumların başkalarına sunulması, gösterilmesi için yani eğitsel yönden halk eğitimi açısından önem kazanmıştır. Bu nedenle çıplaklık dinsel yönden değil, ortak eğitim birimi olarak değerlendirilmiştir.
Vücut hareketleri yunan heykeltıraşların sürekli uğraşı olmuştur. Yunan heykellerinde çeşitli dönemler ve üsluplar belirmektedir.

1-Arkaik yunan heykeli (m.ö 7.yy )
2-Klasik dönem (m.ö 5. ve 4.yy )
3-Helenistik dönem

Antik Yunan Heykel Sanatı

Yunan heykelinde, kişisel özellikler değil, ortak ideal tip önemlidir. İdeal yüzler, ideal ölçülere uygun insan vücutları Yunan heykelinin başlıca özelliğidir. Başlangıçta kil, taş fildişi, kemik ve tunç gibi malzemelerden ilkel heykelcikler ortaya koyan Yunan heykelcileri zaman içerisinde bunu geliştirmişlerdir. Heykel sanatının gelişmesine ve anıtsal heykeltıraşlığın ortaya çıkmasının nedenleri arasında olimpiyatlarda başarı kazanan atletlerin heykellerinin dikilmesi geleneği, gelişen mimariye bağlı olarak, tapınakların taştan yapılması ve bunların iç ve dış cephelerinin, kabartmalarla süslenmesi sayılabilir.
Yunan heykeli karşıtlıklar ve bunun yarattığı dinamizm üzerine kuruludur. Baş başka, kollar ve bacaklar başka başka yönlere bakarlar. Bu durum gösteriyor ki Yunan heykelcisi vücut nüansları üzerinde çalışmıştır.
Yunan heykelcileri örtü altından hissedilen gövdenin formunu ortay çıkarmanın çekiciliğini fark etmişlerdir. Bundan dolayı, gizlerken göstermek yunan heykelciliğinde bir motif olmuştur.
M.Ö. 7. ve 6. yy.da iki büyük heykeltıraşlık ekolü görülür:
•Girit Pelepones
•İyonya
Yunan heykelciliği üç bölümde incelenebilir: • Antik Çağ (m.ö. 490–460) • Klasik Çağ • Helenistik Devir (m.ö. 330–30)


Antik çağ
Bu dönemden itibaren vücudun ağırlığının bir bacak üstüne verildiği, böylelikle frontal duruşun değiştiği görülür. Bu yeni duruşun gelişmiş örneğine Olimpiya Zeus tapınağında rastlanır.

Klasik çağ
Bu dönem Panteon tapınağının içinde bulunan altın, fildişi Athena heykelini yapan heykeltıraş Fidyas ile en parlak çağına ulaşmıştır. Bu heykel kaybolmuştur. Günümüze kalan ise zamanında Romalıların yaptığı kopyadır. Sanatçı en çok tanrı heykelleri yapmıştır.

Helenistik çağ
Bu dönemde portrecilik gelişmiştir. Özellikle devlet adamlarının portreleri yapılmıştır. Bunlar arasında Büyük İskender portreleri ve bunların sanatçısı Lisppos öne çıkar. Sanatçı o zamana kadar uygulanmakta olan oranlar sistemini değiştirmiştir. Baş küçülmüş, gövde uzamış, baş vücudun 1/6’i olmuştur.

Heykelcilikte usul ve teknikler

Metal çubukların birleştirilmesi yöntemiyle meydana getirilmiş insan heykeli


Heykelci hem çizici hem de uygulayıcıdır. Heykelcilerin bazıları sadece ellerine verilen şekilleri ya oyarlar veya dökerler. Heykelcilikte; oyma, biçimleme, inşa ve birleştirme, döküm, bitirme gibi teknikler vardır.
Eksiltme (Yontma)Heykelci tek parça bir kütleyi istenen düzen içinde şekillendirir. Taş ve ahşap heykelcilikte bu usul kullanılır.Manipülasyon (Modelleme/biçimleme)Şekillendirilebilir heykel malzemelerinin elle ya da çeşitli aletlerle biçimlendirilmesi. Bunların maddesi kil, balmumu ve alçıdır.Birleştirme (Yapılandırma/inşa)Önceden şekillendirilmiş malzeme ve parçaların usulüne uygun olarak biraraya getirilmesidir. Birleştirme heykelcilikte, kumaş, saç, çıta, kalas, formika, cam, ip, metal borular vb. maddeler kullanılır.Yerine geçme (Döküm)Kil, balmumu gibi ara malzemeyle yapılan heykellerin çeşiltli döküm teknikleri kullanılarak; bronz gibi dayanıklı malzemeyle dökülmesidir.Bitirme işiBitmiş heykelleri perdahlama, cilalama, boyama ve yaldızlama gibi uygulamaların yapılmasına denir.

Antik (Greek) Yunan Tarihi

Antik Yunan tarihi

M.Ö. 3000 ortalarından M.Ö. 1200 yıllarına kadar Girit’te bir uygarlık bulunuyordu. Bu kültür M.Ö. II.binde özellikle Ege Bölgesi ve Boğazlar yoluyla Karadeniz’le, Balkanlar yoluyla Avrupa’yla, Anadolu yoluyla da Ön Asya ile ilişkideydi. Girit’in diğer kültürlerle ilişkisi ticari amaçlıydı. Girit’te M.Ö. 1400’lerden itibaren dışarıdan gelen istilalar sonucu bir gerileme görüldü. Akaların Girit’i istilası 300 yıl sürdü daha sonra Dorların göçleri başladı. Giritteki kültürün sona ermeye başladığı M.Ö 1500’lerde Peleponnes kıyısında Argos’ta Miken kültürü ortaya çıktı. Miken’de şehir devletleri tarafından idare edilen savaşçı bir toplum yaşıyordu. Miken kültürü Girit’tekilerden farklıdır ama bu kültürün etkilerini taşır.
Önce Girit sonra Miken kültürleri yayılarak önem kazanıyordu ama Yunan Tarihi ile bu kültürler arasında neredeyse hiç bağlantı yoktur. M.Ö. 13.yy’dan 8.yy’a kadar geçen dönemde Girit ve Miken izleri yok oldu. Dorlar kuzeyden güneye ilerleyip her şeyi kendi egemenlikleri altına alarak Aka ve Miken sülalelerinin izlerini yok ettiler. Akalar ve İyonlar Ege Denizi’ni geçerek Anadolu kıyılarına kaçtılar ve burada kıyı boyunca yerleşerek yeni İyon kentleri kurdular. Mikenlerin deniz üzerinden Kıbrıs ile Güney Anadolu’dan Doğu Akdeniz kıyılarına kadar ulaştıkları buralarda ortaya çıkan Miken buluntularıyla belgelenmiştir (1).
M.Ö. 1000 ile 700 arası Yunan Ortaçağı’dır. Bu dönemde Dorlar Yunanistan’da Aka Uygarlığının yıkıntıları üzerine şehir devletleri kurdular. Eski kabile teşkilatının yerini çok daha gelişmiş siyasal ve sosyal teşkilata sahip şehir devletleri aldı. Yine bu dönemde halk sınıflara ayrıldı, aristokrasi ortaya çıktı ve şehir devletlerini idare eden krallar aristokratlar tarafından devrildiler (2). Yunan Ortaçağı’nın sonlarına doğru Akdeniz ve Karadeniz etrafında tarımsal ve ekonomik ihtiyaçları karşılamak için koloniler kuruldu. Daha önceden Girit,Ege Adaları,Batı ve Güneybatı Anadolu kıyıları Yunanlılar tarafından işgal edildiğinden kolonileri daha uzak ülkelere kurdular. Yunanlılar ilk zamanlarda ırklarını korumaya çalıştılar daha sonraki yıllarda yerlilerle ilişkileri artınca onlarla karıştılar. Koloniler sayesinde Yunan ticareti geniş bir alana yayıldı ve sanayi gelişti.
Yunan Ortaçağı’ndan sonra M.Ö. 7. ve 6.yüzyıllar Arkaik Çağ diye adlandırılır. Bu çağda Yunanistan’da en önemli şehir Atina’dır. Attika halkı sosyal ve ekonomik yönden üç gruba ayrılır. Büyük çiftlik sahipleri, tüccarlar ve sanayiciler ve küçük toprak sahibi köylüler. Gittikçe köylü toprakları elden çıktı ve Attika birkaç zenginin eline geçti. M.Ö. 594-593 yıllarında hükümetin başına geçen Solon’un sosyal,siyasal ve ekonomik reformları ihtiyaçları karşılıyordu. Bu dönemde oluşturulan devlet teşkilatı Atina’da yüzyıllarca yaşadı. Solon’dan sonraki yıllarda Peisistratos’un tiranlığı Atina’nın en parlak çağlarından biriydi. Peisistratos aristokrat sınıfı zayıflatıp, köylüyü korudu. Döneminde ticaret gelişti. Atina Solon’un reformları ve Peisistratos’un iç ve dış siyaseti sayesinde büyük gelişme gösterdi. Arkaik dönemde ünü doğuya yayılan diğer güçlü şehir olan Sparta 6. yüzyılın son yarısında Peleponnes birliğini kurdu. Bu birlik gerektiği zaman toplanırdı. Her şehir devleti bir oya sahipti. Sparta’da askeri güç ve polis teşkilatına dayanan bir baskı politikası uygulanıyordu.
Yunan Tarihinin Klasik Çağı olan 5.yüzyılda İran yaylasından Anadolu’da Kızılırmak’a kadar uzanan Pers Krallığı’nın İyonya’ya saldırıları görülüyordu. Lidya Kralı Kroisos ile yaptıkları savaşta kralı esir alıp Lidya Krallığı’nı yıktılar. Lidya Anadolu’nun Batı kıyılarındaki Yunan şehirleri ile birlikte Pers Devletine katıldı. Perslerin idare merkezleri Sardes ve Daskileion’du ve İyonya şehirleri de bu satraplıklara bağlandı. Perslerin İyonya’yı işgaliyle İyonya’da başta Miletos olmak üzere ayaklanma baş gösterdi. İyonyalılar Sardes’e kadar yürüyüp daha sonra Efesos’a kadar çekildiler. Atina İyonya’ya yardım gönderdi. İyonya ihtilaline sonraları Kayra,Likya ve Kıbrıs şehirleri de katıldı ve isyan hareketi yayıldı. “Persler ayaklanmayı bastırdıktan sonra M.Ö. 493’te Kios, Lesbos ve Tenedos adalarını ellerine geçirdiler. Pek çok kenti daha işgal ederek isyana katılan kentleri tahrip ettiler. Ayaklanmaya katılmayan Efesos ve Symria gibi kentler dışında yıkım ve cezadan yalnızca Kyzikos kurtuldu” (3).
Darius 490 yılında İyonya ihtilaline 20 gemilik bir kuvvet gönderen Atina ile 5 gemi gönderen Eretria’yı cezalandırmak için Pers donanmasını önce İyonya’ya oradan da adalara sefere gönderdi. Eretria ele geçtikten sonra Attika bölgesinin doğu kıyılarında Marathon Ovası’na çıkartma yapıldı. Buradaki savaşı Atinalılar kazandı (4).
Marathon savaşını Atinalıların kazanması Darius’u kızdırdı ve Yunanistan’a savaş açma kararı aldı. Darius’un ölümünü izleyen yılda 483’te Kserkes’in ordusu Yunanistan’a sefere çıktı. Orduda Hintliler, Doğulu Habeşler, Araplar, Lidyalılar, Bitinyalılar bulunuyordu. 1207 parçalık donanmada pek çok ulusun yardımıyla oluşturuldu (5).
Pers kara ordusu Trakya ve Makedonya üzerinden Kuzey Yunanistan Teselya’ya ve oradan Thermophia geçidine hiçbir direnişle karşılaşmadan vardı. Donanma denizden orduya eşlik ediyordu. Yunan donanması Persleri Artemision Burnu’nda yendi. Pers ordusu karada savunmayı püskürtünce Yunan gemileri Attika bölgesini korumak için güneye çekildiler. Persler Atina’ya girip Akropol’ü ele geçirdi ve kenti yakıp yıktılar. M.Ö. 480’de Yunan donanması bozguna uğratılınca Kserkes Atina’yı terk etti. Ertesi yıl Atina tekrar yıkıma uğradı fakat Plataia ovasındaki savaşı Yunanlılar kazandı. Bu zaferden sonra Persleri Anadolu içlerine sürerek Ege denizinden çıkartmaya çalıştılar. Daha sonraki yıllarda Atina Pers tehlikesine karşı Attika-Delos Deniz Birliği adlı siyasal bir birlik kuruldu. M.Ö. 431-404 yılları arasında Yunanlıları iki büyük cepheye bölen Peleponnes savaşı Atinalılar ve Spartalılar arasında oldu. “413’te Sicilya seferi Atina için büyük bir yenilgiyle sonuçlandı. 407 yılında Perslerle Spartalıların işbirliğinden dolayı Atinalı komutan Alkibiades 100 gemilik donanmayla Efesos limanına geçti. Gemiler burada bozguna uğratılıp komutan Persler tarafından öldürüldü ( 6 ).
Peleponnes savaşından sonra M.Ö. 4.yüzyılda Persler Spartalılara yardımları karşılığında Anadolu kıyılarını egemenlikleri altına aldılar. Anadolu şehirleri Perslerin öç almasından korkarak Sparta’dan yardım istediler. Spartalılar bir ordu göndererek Perslere savaş ilan ettiler. M.Ö. 400’de savaşın sonunda Anadolu’daki Yunan şehirleri Perslere bırakıldı.
M.Ö. 4.yy kuzeyde bulunan Makedonyalılar Yunanlıları Perslere karşı savaşa davet ettiler. Makedonya kralı Filip’in bu teklifiyle savaş açıldı ama 330’daki ölümü üzerine oğlu İskender onun projesini gerçekleştirdi. Hellenistik Devir olarak adlandırılan bu dönemde İskender Trakya’ya,Asya’ya ve Hindistan’a seferler düzenledi ve Anadolu, Doğu Akdeniz, Doğu İran ve Orta Asya ülkelerini zaptetti. Fethettiği ülkelerde kurduğu şehirler Yunan kültürünü etrafa yayan merkezler oldu. M.Ö. 323’te ölümünden sonra İskender’in devleti krallıklara bölündü. M.Ö. 275’te Batı Yunanlılar Romalıların egemenliğine geçti. M.Ö 279’da Kelt akınlarına karşın Orta Yunan şehir devletleri birleşti ve Keltlere karşı zafer kazandı. M.Ö. 3.yüzyıl sonlarında ve 2.yüzyılda Romalılar ile Makedonyalılar arasındaki savaşlardan sonra Romalılar Makedonya, Yunanistan ve diğer Helenistik şehirleri egemenlikleri altına aldılar

güneydogu anadolu'da neolitik dönem

Anadolu’da Neolitik Dönem Sanatı



Neolitik Dönem
Anadolu, tarihöncesi dönemden yakın çağlara kadar her dönemde uygarlık tarihinin önemli bir merkezi olmuş, çok sayıda kültürü barındırmıştır. Ancak Anadolu’nun uygarlığın oluşumuna en belirgin katkıyı yaptığı dönem, bu sergiyle yansıtmaya çalıştığımız süreçtir; bu aynı zamanda uygarlık tarihinin en heyecan verici ve renkli dönemlerinden biridir.
Karlsruhe sergisi Güneydoğu Anadolu’da ortaya çıkan kültürün, Orta Anadolu ve Marmara Bölgesi üzerinden Avrupa’ya aktarımını ele almıştır. Bu serginin kurgusu ise Güneydoğu Anadolu’da izlediğimiz köklerin tanıtımı ile sınırlı tutulmuştur. Serginin içeriğinin bu şekilde sınırlı tutulması ile, ülkemizde henüz hiç tanıtılmamış olan “ilkler”i içeren bu dönemi, sıradan buluntularla değil, kültürü oluşturan diğer öğelerle birlikte daha kapsamlı ve çok yönlü olarak tanıtabileceğimizi düşündük. Bu şekilde Güneydoğu Anadolu’da başlayan kültürel sürecin İç ve Kuzeybatı Anadolu bölgelerine yansıması ve bu dönem insanının yaşamını nasıl sürdürdüğü tanıtılmaktadır.
 

Neolitik Dönemin Değişen Tanımları Yukarıda da kısaca değinildiği gibi, dar anlamıyla Neolitik dönem, beslenme, teknoloji ve yaşamı belirleyen öğelerin yeniden biçimlenme sürecini yansıtmaktadır. Sonuçları bakımından devrim niteliğindeki bu değişimin oldukça uzun bir süre içinde gerçekleştiği, yaklaşık olarak M.Ö. 12000 yılları ile 6000 yılları arasındaki bir döneme yayıldığı bilinmektedir. Bu sürecin başlangıcı Son Buzul Çağı’nın yarattığı koşulların ortadan kalkması, bugünkü iklim kuşaklarının yerleşmesiyle ilişkilidir. Dünyanın her yerinde insanlar, değişen doğal çevre koşullarına, bildikleri teknoloji ve sosyal alışkanlıklarıyla uyum sağlamışlardır. Ancak Yakındoğu’nun belirli bir bölgesinde bu dönüşüm dünyanın diğer yerlerinden farklı olmuş ve daha sonra tüm dünyayı etkileyecek olan yeni yaşam biçimini ortaya çıkarmıştır. 6000 yıl gibi, oldukça uzun bir zaman dilimini kapsayan bu oluşum sürecini, konunun uzmanları olan arkeologlar Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ, Çanak Çömlekli Neolitik Çağ gibi farklı kültür basamaklarına ayırarak tanımlamaktadırlar. Ancak ilginç olan, bu sürecin ilk aşaması olan Çanak Çömleksiz Neolitik dönemin, sonrakilerden daha görkemli kalıntılara sahip olmasıdır. Bu ilk dönemin görkeminin, anıtsallığının en iyi izlendiği bölge de Güneydoğu Anadolu’dur. Yakındoğu Neolitik kültürünün oluşum bölgesi olarak tanımladığımız coğrafya güneyde Filistin’den başlayarak İsrail, Suriye, Lübnan, Ürdün, Kuzey Irak, Batı İran, Güneydoğu ve İç Anadolu ve hatta son araştırmalar ışığında Kıbrıs’ı da içine alan çok geniş ve geniş olduğu kadar ekolojik çeşitliliği de olan bir bölgedir. Tüm bu bölge içinde yaşayan toplulukların birbirleriyle bilgi ve teknoloji paylaşarak 6000 yıl boyunca söz konusu kültürü geliştirdiği ve dönemin sonunda kelimenin tam anlamıyla “çiftçi” durumuna geldikleri anlaşılmaktadır. Bu oluşum, başlangıcından gelişimini tamamlama aşamasına kadar aynı coğrafya içinde kalmış, ancak tam olarak gelişimini tamamladıktan sonra farklı coğrafyalara yayılmıştır. Daha önce de değinildiği gibi, tahıla dayalı bir yaşam biçiminin, avcılığın ve toplayıcılığın yerini alması çok güç bir dönüşümdür. Bu nedenle bilim insanları bu dönemin ilk basamaklarını doğal çevrenin kısıtlı olduğu, insanların yaşamlarını sürdürmek için tahıl tanelerini toplamak zorunda olacakları kurak ve yarı kurak bölgelerde, özellikle Filistin, İsrail ve Güney Suriye’de aramışlardır. Söz konusu araştırmalar ilk başlarda Filistin çevresinde yoğunlaşmıştır; Güney Filistin’de Natuf ve Kebaran gibi Neolitik dönemin öncülü olabilecek kültürel oluşumlara rastlanması uzun bir süre arkeologların ilgisini Güney Levant olarak tanımladığımız bölgeye odaklamıştır. Bu bağlamda 1952 yılında K. Kenyon tarafından kazılmakta olan Eriha (Jericho) kazılarında, gerçek anlamıyla Neolitik bir yerleşimin bulunması, daha sonraki araştırmaları yönlendiren önemli bir gelişme olmuştur. Eriha kazıları, Neolitik kültürün başlangıcında çanak çömleğin bilinmediği bir evre olduğunu ve daha önemlisi bu evrede öylesine eski bir tarih için görkemli sayılabilecek büyük yapıların bulunduğunu açık olarak ortaya koymuştur. Bugün hâlâ kullanmakta olduğumuz, Neolitik kültürün gelişim basamaklarını yansıtan Çanak Çömleksiz Neolitik A, Çanak Çömleksiz Neolitik B ve Çanak Çömlekli Neolitik ayrımı da ilk kez bu kazıda ortaya atılmıştır. Eriha kazılarıyla hemen hemen aynı yıllarda, R.J. Braidwood ve ekibi Kuzey Irak Zagros bölgesinde, doğabilimcilerle birlikte araştırmalara başlamış ve özellikle Jarmo kazılarıyla ilk kez, çiftçiliğin başlangıç aşamasındaki basit bir köy toplumunu ortaya çıkarmıştır. Neolitik dönem araştırmalarının başladığı 1948 yılından 1970 yıllarına kadar geçen süre içinde söz konusu bölgelerde yapılan Neolitik dönem kazılarının sayısı 100’ü aşmış, arkeolojik kazı yöntemlerinin gelişmesi, arkeometrinin sağladığı olanaklarla çok farklı konularda geniş bir bilgi birikimi oluşmuştu. Bu bağlamda yakın zamanlara kadar doğal çevre ortamının çok daha zengin olduğu, insanların yaşamlarını tahıl tanesi toplamaya bağlamak zorunda olmadığı Anadolu’nun, ilk çiftçi topluluklarının oluşum bölgesinin dışında kaldığı öngörülmekteydi. Bilim insanları, tarım, hayvancılık ve yerleşik yaşamın ilk olarak Güney Levant olarak tanımlanan Filistin ve çevresinde başladığını ve belirli bir aşamadan sonra bu yeni yaşam biçiminin Kuzey Suriye de dahil olmak üzere Anadolu’ya aktarıldığını düşünmekteydi. Bu nedenle Güneydoğu Anadolu da dahil olmak üzere Anadolu Platosu uzun yıllar Neolitik dönem açısından hemen hemen hiç araştırılmadan kalmıştı. Anadolu’da başlayan ilk Neolitik kazılar olan Urfa Bozova yakınlarındaki Biris Mezarlığı ve Söğüt Tarlası ile Diyarbakır Ergani yakınındaki Çayönü, kuzeydeki farklı bir Neolitik çekirdeğin ilk izlerini daha 1964 yılında vermiş, ancak elde edilen sonuçlar başka kazılarla desteklenmediği için yeterince yankı bulmamıştı. Aynı süreç içinde Orta Anadolu’da J. Mellaart tarafından kazılmış olan Hacılar ve Çatalhöyük, J. Garstang tarafından kazılan Yumuktepe, D. French tarafından kazılan Can Hasan ile J. Bordaz’ın kazdığı Süberde ve Erbaba da, Neolitik yaşam biçiminin oluşumuyla ilgili süreçte, Anadolu Platosu’nun yerinin tam olarak anlaşılması sağlanamamıştı. Bunlardan özellikle Çatalhöyük görkemli ve şaşırtıcı buluntularıyla her ne kadar ilgiyi çekmişse de, o dönem için geçerli olan kuramlarla bağdaştırılamamıştır. Bu nedenle yakın zamanlara kadar, tarım ve çiftçiliğe dayalı olan yaşam biçiminin Yakındoğu’nun kurak ve yarı kurak bölgelerinde ortaya çıktığı, geliştiği ve daha sonra Anadolu Platosu’na aktarıldığı görüşü kabul edilegelmiştir. Anadolu Yarımadası’nın Neolitik kültür oluşum süreci içindeki yeri, 1970’li yıllardan sonra, kazı ve araştırmaların artmasıyla tam olarak anlaşılabilmiştir. Fırat ve Dicle nehirleri ile bunlara bağlı kolların üzerinde kurulan baraj gölleri nedeniyle başlayan kurtarma kazıları, yeni birçok Neolitik yerleşimi de ortaya çıkarmıştır. Bunların arasında ilk çarpıcı örnek Urfa bölgesinde H. Hauptmann tarafından kazılmış olan Nevali Çori ile Batman’da M. Rosenberg tarafından kazılan Hallan Çemi’den gelmiş ve bunu izleyen, K. Schmidt tarafından kazılmakta olan Göbekli Tepe, V. Özkaya tarafından kazılmakta olan Körtik Tepe gibi yerleşimler, beklenmedik şaşırtıcı sonuçlar vermişlerdir. Anadolu Platosu’nun Akdeniz Havzası’yla, Neolitik dönemdeki ilişkilerinin daha iyi anlaşılabilmesi Yumuktepe’de kazıların I. Caneva tarafından yeniden başlatılmasıyla sağlanmıştır. Benzer bir gelişme önceleri Orta Anadolu ve hemen ardından İç Batı, Batı ve Kuzeybatı Anadolu’da da gerçekleşmiştir. U. Esin tarafından kazılan Aşıklı Höyük ile D. Baird’in kazmış olduğu Pınarbaşı gibi yerleşimler, Orta Anadolu Platosu’ndaki Neolitik kültürün Güney Levant’taki kadar eski olduğunu, M. Özbaşaran tarafından kazılan Musular, A. Öztan’ın kazmakta olduğu Köşk Höyük ile E. Bıçakçı’nın kazmakta olduğu Tepecik-Çiftlik bu kültürün ileri aşamalardaki gelişimini çarpıcı buluntularla yansıtmıştır. Aynı bölgedeki N. Balkan Atlı tarafından kazılmakta olan Kaletepe’de ortaya çıkan obsidyen işliği, Filistin’e kadar uzanan Neolitik dönem ticaret ağının ne kadar kapsamlı olduğunu göstermiş; Çatalhöyük’te I. Hodder tarafından başlatılmış olan yeni kazılar bu yerleşimin uygarlık tarihi açısından taşıdığı önemi arkeolojinin yeni yöntemlerinden de yararlanarak farklı bir şekilde sergilemiştir. Anadolu Yarımadası’nın daha batısında R. Duru’nun çalışmış olduğu Kuruçay, Höyücek ile Bademağacı ve son yıllarda Ege Bölgesi’nde A. Çilingiroğlu tarafından kazılan Ulucak, Z. Derin tarafından kazılan Yeşilova, H. Sağlamtimur tarafından kazılan Ege Gübre yerleşimleri ve A. Peschlow’un Beşparmak Dağı’ndaki buluntuları ile Kuzeybatı Anadolu’da N. Karul’un kazdığı Aktopraklık, J. Roodenberg’in Ilıpınar, Menteşe ve Barçın kazıları bu yaşam biçiminin batıya yayılım sürecinin izlerini çok açık bir şekilde sergilemiştir. Anadolu Yarımadası’nın hemen her yerindeki kazıların ortaya çıkardığı sonuçlar öylesine önemlidir ki, bugün bilim dünyası Neolitik kültürün nasıl oluştuğu ile ilgili yüzyılı aşkın bir süredir tartışılan kuramları yeniden gözden geçirmek ve bu dönemi yeniden tanımlamak durumunda kalmıştır. Burada sıraladığımız Hallan Çemi, Nevali Çori, Çayönü, Göbekli Tepe ve Körtik Tepe kazılarında geniş alanlar açılabilmiş olduğu için, ortaya çıkan buluntular ve bunların yansıttığı buluntu düzeni, bilim dünyasının dikkatini bunların üzerinde odaklamıştır; ancak bunların yanı sıra daha sınırlı alanlarda açılmış olan başka Neolitik dönem kazıları da vardır. Bunların arasında Bruce Howe tarafından kazılan Söğüt Tarlası ve Biris Mezarlığı Proto-Neolitik olarak tanımladığımız bu sergiyle tanıtılan Neolitik kültürün öncüsünü vermiş; M. Rosenberg tarafından kazılan Batman yakınlarındaki Demirköy, R. Harris tarafından kazılmış olan Adıyaman-Gritille, J. Roodenberg tarafından kazılmış olan Hayaz Höyük, Adıyaman Müzesi’nin kurtarma kazısı yaptığı Levzin Höyük ve Malatya yakınlarındaki J. Cauvin tarafından kazılmış olan Cafer Höyük, Çanak Çömleksiz Neolitik dönem kültürlerinin çeşitli ayrıntılarını bize zengin buluntularla yansıtmıştır. Aynı şekilde Batman’da Y. Miyake tarafından kazılmakta olan Salat Camii Yanı, Diyarbakır Ergani’de I. Caneva tarafından kazılmış olan Yayvantepe-Tilhuzur, Urfa Bozova çevresinde J. Roodenberg’in kazmış olduğu Kumartepe, Elazığ yakınında U. Esin tarafından kazılmış olan Tepecik ile Malatya yakınındaki İkiz Höyük, İlk Çanak Çömlekli Neolitik dönemi bize tanıtmış; Urfa Birecik çevresinde M. Özbaşaran tarafından kazılan Akarçay Tepe ile M. Özdoğan tarafından kazılan Mezraa-Teleilat, Fırat Havzası’ndaki Neolitik kültürün gelişim aşamalarını bize vermiştir. Bu kazıların yanı sıra bölgede yapılan yüzey araştırmaları, Neolitik dönemin hemen hemen bütün aşamalarının bölgede ne kadar yaygın olduğunu göstermiştir; kazı yapılmadığı halde, yüzey buluntularıyla bilim dünyasında önemli yankı yapmış olan en önemli buluntu yerlerinin arasında, Elazığ Boytepe ile Ergani yakınındaki Papazgölü ve Kurtalan yakınındaki Ain Germ’i sayabiliriz. Gerek bu katalog, gerekse sergi kapsamında; Güneydoğu Anadolu’da şimdiye kadar ortaya çıkmış olan ve uygarlık tarihi açısından yenilerle dolu olan kültürü tam olarak yansıtmaya olanak yoktur. Gene de bu sergi özellikle son yıllarda Güneydoğu Anadolu’daki kazılarda ortaya çıkan ve yüzyılı aşkın bir geçmişi olan Neolitik dönem araştırmalarına yeni bir boyut kazandıracak kadar önemli sonuçları ortaya koymaktadır. Güneydoğu Anadolu’daki Neolitik dönemin başlangıç aşaması, yaşam mücadelesi veren, zorluk içinde yaşayan ve yiyecek bir şey bulamadığı için tahılları toplayan insan topluluklarıyla değerlendirilemeyecek kadar gelişkin bir düzeyi yansıtmaktadır. Dört metreyi geçen boyutlarda dikilitaşları kabartmalarla süsleyebilen, en sert taşları biçimlendirerek takı yapabilen, çanak çömlek yapımından önce bakırı ısıtarak işleyebilen bu toplumun bulguları şaşırtıcı olduğu kadar heyecan vericidir. Buradaki toplulukların, Güneydoğu Anadolu coğrafyasının sağladığı zengin doğal çevre ortamının besin üretimine, tahıl ve hayvan evcilleştirmeye gerek kalmadan sabit yerleşmeleri kurabildiğini ve bir üst kültürel düzeye yalnızca avcılık ve toplayıcılıkla eriştiğini görmekteyiz. Bu sergide MÖ 12000 yıldan 6000 yıla kadar olan süreç, seçilmiş bazı buluntular, maketler ve grafik anlatımla yansıtılmaktadır. Tüm bilim dünyasını heyecanlandıran bu bulguların, çok geniş Anadolu coğrafyasında sayısı 10’u geçmeyen kazılardan geldiğini gözardı etmememiz gerekir. Neolitik olarak tanımladığımız yaşam biçiminin görüldüğü, Anadolu’nun güneyinde kalan bölgelerde son yarım yüzyıl içinde gerçekleşmiş olan kazıların sayısı 300’ü geçmiştir. Buna karşılık şimdiye kadar Güneydoğu Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılar iki elin parmaklarıyla sayılacak kadar az, Türkiye’nin genelinde ise, sondaj niteliğindeki küçük kazılar da dahil olmak üzere 36 tanedir. Gene de ortaya çıkan sonuçlar, bilim dünyasını sarsmış ve günümüz uygarlığının temel taşlarının bu bölgede olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Mimari kalıntılarıyla Güneydoğu Anadolu’dan bildiğimiz en eski yerleşim Hallan Çemi’dir. Bunu izleyen Çayönü yerleşimi Neolitik kültürün 3000 yıllık gelişimini tabaka tabaka eksiksiz olarak yansıtmış, Çayönü kazısında açılan alanın genişliği ilk kez yerleşme düzeninin beslenme kadar ilginç bir seyir izlediğini ortaya koymuştur. Çayönü kazılarıyla, barınak niteliğindeki kulübenin, yeni işlevler yüklenmiş konuta nasıl dönüştüğü, yuvarlak planlı bir yapının köşeleri, temelleri, düz dam ve çatısı olan bir yapı haline geliş sürecini tüm aşamalarıyla adım adım görebilmekteyiz. Daha da ilginç olanı, en eski Neolitik yerleşmelerin önceden belirlenmiş plana göre yapılmış olmaları, yerleşim içinde yapı planları ve dağılımları bakımından katı bir şekilde uygulanan bir planın olduğu, ancak bu planın dönem içinde ortaya çıkan gelişmelere göre yeniden düzenlendiği görülmüştür. Çayönü, Nevali Çori ve Göbekli Tepe, ilk Neolitik toplulukların, konutların yanı sıra tapınak olarak adlandırabileceğimiz özel yapılara da sahip olduklarını ortaya koymuştur. Gerek bu tapınakların yapımı ve gerekse bunların barındırdığı dikilitaş, kabartma, heykel, duvar resmi gibi betimlemelerin yalnızca özel seçilmiş sanatkârları değil, çok büyük ve organize bir işgücünü de gerektirdiği açıkça görülmektedir. Söz konusu yerleşmelerde gördüğümüz teknoloji, daha çanak çömleğin yapımından önce madenin kullanılması, kirecin yakılması gibi uygulamalarla şaşırtıcı ve daha önceleri ancak M.Ö. 3000 uygarlıklarında erişildiği sanılan düzeyi yansıtmaktadır. Çok zengin ve çeşitli betimlemelerin yanı sıra, Neolitik dönemde gelişen inanç sisteminin en çarpıcı göstergelerinin arasında ölü gömme ile ilgili uygulamaları sayabiliriz. Toplu gömülerin yanı sıra gövdelerinden ayrılan kafataslarının bazen bezenerek saklanması, üzerlerine alçı maskeler yapılması ve özellikle Körtik Tepe taş kaplarıyla birlikte gördüğümüz zengin ölü armağanları, o dönemin sanatını, toplumsal düzeyini ve inanç sistemini yansıtmaktadır. Yerleşimlerin çok uzağında, dağlık bölgenin kuzeylerindeki volkanik bölgelerden getirilmiş olan doğal cam-obsidyen ticaretinin eriştiği hacim, günümüz için bile şaşırtıcı miktarlardadır. Halen hiçbir binek hayvanının evcilleştirilmediği bu dönemde dağların ardından elde edilen obsidyen 6000 yıl hiç kesintiye uğramadan yüzlerce kilometre öteye aktarılmış, obsidyenin yanı sıra Kızıldeniz ve Akdeniz kökenli deniz kabukları ve yarı değerli bazı taşlar da bölgeye getirilmiştir. Henüz bu sistemin, artı ürün ve artı değerin oluşmadığı İlk Neolitik Çağ’da nasıl işlediğini tam olarak bilemiyoruz. Ancak Göbekli Tepe betimlemeleriyle giderek daha iyi görmeye başladığımız ve bir anlamda “resim yazısı” olarak da yorumlayabileceğimiz işaret ve sembollerin sayısının artması ve bu sembollere Kuzey Suriye de dahil olmak üzere çok geniş bir alanda birbirlerine benzer şekilde rastlanması, yazı olmasa bile bir aktarım dilinin oluştuğunu düşündürmektedir. Güneydoğu Anadolu İlk Neolitik Çağ kültürleri, burada kısaca özetlediğimizden çok daha fazla konuyu içermektedir. Bu döneme ait başlayan her kazı, konunun uzmanları olan bizleri şaşırtan beklenmedik sonuçlar vermekte; her kazı döneminin sonunda bütün bildiklerimizi yeniden gözden geçirmekteyiz. Kuşkusuz bu serginin içerdiği kültürlerin uygarlık tarihi için taşıdığı anlamı gösterebilmek için, buradan kaynaklanan Avrupa, Akdeniz, Asya’nın içleri ve Nil boylarına kadar yayılan yansımalarını da unutmamak gerekir. Bu nedenle bu sergi, günümüz uygarlığının temel taşları olarak tanımlanmıştır.
________________

10 kuruş 1935

M şekilli yılan işareti

Yılan sembolizminin işlendiği tüm inanışları ve mitleri tek tek saymak olanaklı değilse de, bu sembolün kullanıldığı tradisyonlara birkaç örnek verilebilir:
-Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam tradisyonları. (Şeytanın ve kimi zaman aklın sembolü olarak kullanılır.)
-Sümer tradisyonları. (Yer ve gök ilahlarını yaratanlar biri erkek biri dişi olan iki yılandır.)
-Eleusis misterleri, İsis misterleri ve Mitraizm inisiyasyonları. (Eleusis inisiyasyonunda kozmozun oluşumu Kibele ile Orion adlı yılanın sevişme vibrasyonlarıyla açıklanır. Orfik inisiyasyon merkezi Delf Tapınağı’nda birbirine helisler çizerek dolanmış üç yılandan oluşan bir bronz sütun bulunuyordu ki, bu sonradan İstanbul’daki Sultanahmet Meydanı’na getirilmiştir.)
-Eski Yunan tradisyonları. (Hermes’in ünlü, “kadüse” denilen çift yılanlı asası ve Asklepios'un Bergama'da da görülen, başları aynı dairesel kapta, süt içen iki yılan sembolü.)
-Mu tradisyonları. [J. Churchward’a göre Mu kolonilerinde, yedi başlı yılan, yılanlı ağaç, yumurtalarının çevresinde spiral biçimde çöreklenmiş yılan, iki ”S" biçiminde çift yılan, iki noktalı (yıldızlı) yılan, veya içinde noktalar (yıldız konumları) olan “S” biçimli yılan sembollerine rastlanmıştır.]
-Doğu ezoterizmi. (Reenkarnasyon ve kozmik gelişimin devri-hareketini ifade eden, kuyruğunu ısıran yılan sembolü.)
-Mezopotamya ve Hint ezoterizmi. (Kadüse benzeri çift yılanlı asa.)
-Budist ezoterizm ve tantrizm. (Dünya’nın ve insan bedeninin enerjetik ekseninin çevresinde dolanan iki akımı temsil eden iki yılan sembolü>
-Hinduizm. (Gelişimi ve devri-hareketi temsil eden “Ananta” yılanı ve süt denizinde çift rotasyon hareketleri yapan “Vasuki” yılanı)
-Eski Mısır tradisyonları. (Uç başlı yılan, kanatlı iki yılan, başında iki boynuz ve bir disk taşıyan yılan, yaratıcı yılan “Kneph” ve “Apofis” yılanı)
-Quiche (Kişe) ve Maya tradisyonları. (Dünya insanını meydana getiren mavi-yeşil tüylerle kaplı uçan yılan)
-Minos tradisyonları. (Yılan tanrıça)
-Hitit tradisyonları. (Göktanrı ile mücadele halinde tasvir edilen yılan)
-Selçuklu tradisyonları. (Kabartmalarda çift yılan)
-Çin, Japon ve Batı tradisyonları. (Ejder biçimine sokulmuş tüylü ve tüysüz yılan)
-Kimi Afrika kabileleri tradisyonları. (Yaratıcının imajını, yaşamın devri-hareketini ve reenkarnasyonu temsil eden çöreklenmiş piton yılanı)
Ezoterik bilgilere göre, yılan sembolü, her sembol gibi, farklı anlamlarda kullanılmakta olup, sembolün anlamı kullanıldığı yere göre değişmektedir.
Yeryüzündeki hemen hemen tüm tradisyonlarda yer etmiş bir semboldür.
Bununla birlikte, ezoterik bilgiler biraraya getirildiğinde bu sembolün başlıca yedi anlamda kullanıldığı görülmektedir:

--CSHTR ; <font color="red">Online Vatan Flood Koruması Aktif. Yeni Mesaj Zamanı </color></font> </phrase>
<phrase name="pdp_spacer2" date="1244900000" username="Paul M" version="3.8.002"><![CDATA[---------- Post added 12:14 at 12:13 ----------
1- Yeryüzündeki tradisyonların çoğunda, bilindiği gibi, şeytanı yani menfi tesiri ya da nefsaniyeti temsil eder.
2- Rüyalarda, kötülüğü, nefsaniyeti, ahlak bakımından geri fakat kurnaz varlıkları temsil eder.
3- Kimi tradisyonlarda spiral galaksiyi ve spiral bir galaksi olan Samanyolu Galaksisi’ne ait bir uygarlığı ve ırkı (genetik bakımdan) temsil eder.
Kimi araştırmacılara göre, Aztek, Maya ve İnka tradisyonlarındaki, insanlara uygarlığı öğrettikten sonra göklere geri dönen yeşiltüylü yılan ilah Quetzalkoatl inanışında, Attikalılar’ın ilk kralları yılan-ilah inanışında, Slav tradisyonlarındaki kahraman yılan-oğlu Vseslaviç inanışında, İskandinav tradisyonlarındaki yılan kılıklı ilah Votan inanışında ve benzeri birçok inanışta, Tevrat’ta Elohim adıyla belirtilen kozmik biyokimyacılar tarafından imal edilmiş bu galaktik insan tipi ya da galaktik ırk sözkonusu edilmektedir.
4- Yılan sembolü kimi biçimsel kullanımlarında çiftyıldız Sirius’un yörüngesini temsil eder. Örneğin, Mayalar, yeşil tüylü yılan ilah Kukulkan’ı, bir çiftyıldız olduğundan “S”ler çizecek şekilde dolanan Sirius’un yörüngesini gösterecek şekilde “S”ler çizen bir yılanla temsil eder ve yıldızın yörüngedeki konumlarını, yılan içine yerleştirilen yuvarlak yeşim taşları ile gösterirlerdi. Eski Mısır’da bu yörünge, her gün güneşi taşıyan Ra’nın -ki Ra, ezoterik bilgilerde fiziksel güneşle değil, spiritüel bir güneş olan Sirius ile ilişkilendirilir- peşinde dolaşan Apofis yılanıyla sembolize edilirdi. Aslında iki yıldız sözkonusu olduğundan iki yörünge, kimi sembolizmlerde birbirine dolanan iki yılanla temsil edilmektedir.
5- Yılan sembolü, kimi kullanımlarında, özellikle “uroboros” (ouroboros) adı verilen, kuyruğunu ısıran yılan biçiminde çizildiğinde, kozmik gelişimin devri-hareketini ve doğum-ölüm çemberi de denilen reenkarnasyonu ifade etmektedir. (Reenkarnasyon, yılanın deri değiştirmesi sembolizmiyle de ifade edilir.)
6- Yılan sembolü tantrizm ve yogada kundalini enerjisini temsil etmek üzere kullanılır.
7- Yılan, kimi zaman da, kozmik güçler, dualite, "akışkanlar" , kozmik oluşumların, spiral galaksilerin meydana getirilmesi, Sirius'un yörüngesi, ruhsal tekamüller ve kozmik devri-hareketler, kozmik nesnelerin periyodik dolanımlarını belirtmek üzere zaman ile ilgili çeşitli anlamlara gelen spiral sembolünün somut olarak temsil edilmesinde kullanılmaktadır.

yılan fiğürünün yılanın görüntüsü ve kendisi daima tehlikeyi işaret eder bu yılanan çöreklenmesi dikilmiş olması ve başının yönü birde en önemlisi dilinin dışarda olması gibi tehlikeleri göz önünde bulundurmanın faydası var düşüncesindeyim eski tarihlerdede zehirden yapılmış tuzaklı okların olduğu bilinmesiye birlikte yılan fiğürünün olduğu yer kesinlikle tehlikeli ve kesinlikle ellenmediyse paralıdır çalışmalarında temas la karşılaşınca el yüz çıplak yer kalmaksızın kalın giysilerle eldiven ve gaz maskesi takılarak işlem yapmanızı tavsiye ederim

--CSHTR ; <font color="red">Online Vatan Flood Koruması Aktif. Yeni Mesaj Zamanı </color></font> </phrase>
<phrase name="pdp_spacer2" date="1244900000" username="Paul M" version="3.8.002"><![CDATA[---------- Post added 12:15 at 12:14 ----------
yılanlar aslında çözümü çok basit gibi gözüken çözümü zor ve karışık bir ama bir o kadarda tehlikeli işaretlerdir.
Yılankıvrımları ve çeşitleri çok önemlidir. Zehirli yılanlar tehlike anlamlarını da içermektedir.
Yılanlar hakkında net bir şey söylenemez.
Ancak yılanın her kıvrımları belli birölçü olarak kabul edilerek yılanın baktığı tarafta bir hazine veyadeğerli bir şeyin olduğunu ifade eder.
Yılanda kıvrımlar derinse(ya a oymalar büyükse) dereyi, tersi bir durum varsa yolu temsil eder.
Sizin işaretinizde öncelikle yılanın yönü önemli.
Sonrasında dikkat etmeniz gereken şey şu: Dereye inin, dere aynı o yılan gibi şekil çizecektir. Özellikle boğum(burun), ya da sizin deyiminizle kıvrım yapan yerlerinde göze çarpan şüpheli yer, taş, işaret arayın.
Bunlar nihayî işaretlerdir ve genellikle küçük "V", "+" veya "O" şeklinde kendini gösterir. BEn öncelikle bunu öneririm.
Ama sizin şu "tepecik te elbette şüpheli.
Oraya kuşbakışı bakabiliyorsanız çok dikkatli bakın.
Şayet o tepeciğin yanından eski, ince bir yol dahi geçiyorsa, sizin noktanız orasıdır.
Çünkü o yol da aynı yılan gibi kavisler çizecektir.
HEmen bir boşluk tespiti yapıp, işe girişin.
yılanın suya yakın olanı
yıllar sonra olurda dere
kurursa burda dere vardı
görüntüsünü yaratmak
amacıyla yapılan işaretttir
Taşın üzerindeki işaret ise
yılanın kıvrımlarını dikkate alarak
baktığı yöne doğru yılanın boyunu ölç
45 70 adıma kıvrımları takip et üçüncü işareti bulmak kalıyor


İpucu olarak yılanın özellikleri dikkate alınarak çevrede yüzey araştırması yapmaktır.
yılanın işareti şudur deyip geçemeyiz tecrübe ister yerinden görmek ve alanı iyice araştırmak gerekir. Biz burada sadece ipucu vermekle yetineceğiz.
Kafalarınortasında ya kare oyma ya da istavroz bulunur.
Her ikisi de kesindefinedir çevresini uzman biri tarafından iyice aranmalıdır. Planlı vetuzaklı zor bir gömüdür.

--CSHTR ; <font color="red">Online Vatan Flood Koruması Aktif. Yeni Mesaj Zamanı </color></font> </phrase>
<phrase name="pdp_spacer2" date="1244900000" username="Paul M" version="3.8.002"><![CDATA[---------- Post added 12:15 at 12:15 ----------
Taşa çizimlerine göre değişik yorumları yapılan yılan 10 ile 15 okka yılanın duruşuna göre 13 ila 20 kilogram altını işaret edebilir.
Kayanın üzerine çöreklenmiş şekilde yapılan bir yılan varsa altın o yılanın altındadır.
Yılan kayanın üzerinde iki büklüm olmuş ve ileri bakıyorsapara iki yerde vardır.
Yılanın ağzı açıksa gömü arkasında aranacaktır.
Kapalıysa ön istikametinde bir delik mutlaka bulunur.
Dili dışarıdaysa kabartma ve sırtı pulluysa tehlikeli olup mal tuzaklıdır.
Eğer ağzı açık ve dili dışarda ise tehlike işaretidir. Altın gömüsünün üzerine zehir dökülmüştür. yani çıplak elle dokunmayınız. Malı ise kayanın kendisindedir. Kayayı yokladığınızda boşluk sesi gelen yeri sert bi cisimle kırarak malzemesini alabilirsiniz.


Çokgörülür ve çizilmiş şekillerine göre değişik yorumlar yapılır.
Çizilen yılanın boyunu ölçerek gömünün ne kadar uzakta olduğunu hesap edenlervardır.
Bulunduğu alan dedektör ile araştırılmalıdır.

Define Sembolü yılanlaro arazideki dereyi ya da su kanalını ya da patika veya at arabası yolunu verir.
Yılanlar çizim olarak bazen kabartma bazenda hafif oymayapılmışlardır. Kabartma yılan o bölgedeki suyu bol dereyi simgelergömü dereye yakındır. Yılanlar önce alanı verir sonra para noktasını.
Yılanların şifresi ya noktalanmış olan noktada ya da çatal dildeki Vde ya da V yapan kuyrukta olur.
Bazen da boğumunda olur.
3 boğum 5boğumlu olması 3 dere kıvrımında da parayı müjdeler
5 ise beş dere kıvrımında para müjdeler.
Paranın arazideki tam noktası ise şayetboğumda sağa ya da sola kayık nokta yoksa derenin kıvrıldığı yerde ortamerkezdedir.
Yılanlar bazen başı kesik bazen da kuyruğu kesik çıkarkarşımıza bunun anlamı ise; dere boyu ya da su kanalı boyu daha aşağıya gitmemeyi şifreler.
Olay yerini cevrelemiştir yani kesmiştir
alanı zaten başı ya da kuyruğu kesik yılan gördüğünüz de bakın dereye ya da kanala aynen yılan gibi derenin arazinin bombeli oluşundan dolayı bir noktadan sonra devamının görünemez olduğunu göreceksiniz
yani yılanda görünmeyen baş ya da kuyruk gibi.
Kısacası işareti görünce arkadaşlaronun o bölgedeki belirli bir arazi ya da derenin krokisi olduğunu unutmayın.
Ayrıca yılan daire yaparsa parası kendisindedir.
Yanibulunduğu kaya da ya da o kayanın 3 metre güney tarafındadır.

Birbirine sarılmış yılan antik çağda hastane tababet sembolüdür.
Bergama antikkentinde Asklepion tıp merkezinin de sembolüdür.
Define işareti değildir.
Tahrip etmeyiniz.

Yılan olan işaretlerin hemen hemen hepsinde yılanın yanında ikinci üçüncü işaretler olabilir bunlar daire kare yada dikdörtgen oymalar bulunabilir.
Bu yılanı yapıp işleyen kişinin tuzaklı ve mantıklı bir işçilik yapmış olabileceğini asla unutmayınız özellikle bu işaretin emanetinin altın olması ihtimalinin yüksek olmasının değersiz olamıyacağının gözardı edilmemesinde
fayda olduğunun bilinilmesi gerekir.
Kıvrımlar çok şey ifade etmekle birlikte yılanın ağızının açık kapalı veya dilinin dilinin dışarıda olması bize bir çok şeyi ve en önemlisi tehlikeyi bize ifade eder.
Her yılan işareti para demek değildir.
İşarete bakuıldığında değişik farklı yönler varsa bu kesin gömü ile birlikte mezarıda temsil eder.

yılan işaretinde burada bu alanda mezar ve içerisinde mal var anlamına geliyor
günümüzün mantığı çözmekte zorlanır ve sabit anlamlı değildir değişkendir herkes kendine göre anlatımlarda kullanmıştır
yılan işaretı yılanın baktıgı yönde araştırma yap anlamına gelır
büyük ihtimal magara veya mezar anlamına gelir
içerideki malı zehirlıdır
gömü olayı olduktan sonra gömünün içerisine yılan yumurtaları bırakılırmış ileride (tuzak mahiyetinde )tehlike arz etsin diye daha sonrada işareti koyarlarmış
yılan figürünü bir çok medeniyetler kullanmıştır
asıl urartulara aittir.
sonradan roma iskender bizans hatta son dönemde ermenilerde kullanmışlar.
kabartma yılan bizans ve ermeni dönemlerinde daha fazla yaygındır.
fakat sonuç itibariyle bir fark yoktur.
yılanın cinsi önemli yılanlar kabartma ise malı daha fazladır yılan işareti eğer kabartma ise rum ve ermeni zamanına aittir
eğer oyma ise roma hitit firigyalılara kadar dayanır
yani oyma yılandan tarihi eser çıkar ve derindedir çözümü zordur fakat kabartma yılan çoğunlukla para anlamı taşır
bazende gücü simgeler mesala papaz mezarlarını yılanlarla göstermişlerdir fakat bu mezarlarda para yoktur

--CSHTR ; <font color="red">Online Vatan Flood Koruması Aktif. Yeni Mesaj Zamanı </color></font> </phrase>
<phrase name="pdp_spacer2" date="1244900000" username="Paul M" version="3.8.002"><![CDATA[---------- Post added 12:16 at 12:15 ----------
yılan işareti papazın mezarını gösterir eğer bir gözü kör ise yani gözü yoksa olmayan gözün baktığı istikamette araştırma yapmak gerekir
bu papazın parasını gösterir
yılan işareti olan yerde kuru yada akan dere gözlenir.
yada patika yolları gösterir.
yılanlar mezar bekçisi olarak figür edilmiştirler.
yani biz br yılan gördüğümüzde tamam bunun malı bir küp bir teneke böyle bişey düşünmeyin.
mezardır.
artık mezardan ne çıkarsa bahtınıza.
tabi mezardan hariç kayalara parada koyuyorlardı.
tabi bunların bazı hesaplarıda var.
zaten yılan figürlerine baktığınızda bir çoğunda yanında ikinci ufak bir işarette olur.
yılanlar ağzı kapalıysa mezar toprakdadır.


ağız açık ise kaya mezarıdır
ağzı açık kabartma yılan iki yere yönlendirir ilki V mantığıyla ağzın derin kısmı ile uç kısmı arası dik olarak ölçülür ve her cm 1 adım sayılarak gidilirse küçük bir emanetinin olduğunu ikinci bir alternatif olarak yılanın boyu ölçülerek alınan sonuç her 1 cm 1 adım olarak sayılarak geride bir işaret yada malın olduğunun emaresidir.

çatal dil varsa o zaman kapalı yada zamanla açılmış bir mağarayı gösterir.
hatta bazı yılanlar timülüsleri gösterir.
eğer dili dışardaysa ve 3 cm civarı ise 100 metre civarında mal araştırması yapılır
dili dışarda değilse kuyruktan tarafından ölçülerek gidilir

kabartma olması her ıkı yılan arasında haç veya çarpı ısaretı olması buyuk hazıneyı temsıl eder barız olmalıdır

Bazı şekiller yılanı andırmakta ise de gerçekte hakikaten o şekil bir yılan resmi olmayabilir.
Yılan figürüne baktığın zaman şeklin yılan olduğunu hemen farkedersin.
Bu durumda yılanı iyice incelersin.
Yılan düz mü kıvrımlımı?
Dili dışarıdamı?
Hareket halinde mi yoksa durgun vaziyette mi?
Veya bir tümseğe mi çıkıyor?
Gibi vaziyetleri iyice incelersin.
Yorumunu da ona göre yaparsınız.
Hareket halinde bir yılanın parası kolay alınır ama hareket halinde olmayan çöreklenmiş bir yılan işaretinin emaneti biraz zor alınır
bu arada yılanların yaşamı ve yılanların hareket tarzları hakkında bilgi sahibi olmak gerekir ki şekillerden bir mana anlam çıkarabilesin.
yılan tehlikelidir.

yılanın ağzı açık mı kapalımı yani dili dışardamı değilmi

yılanın ağzı açık ise yılanın boyunu ölç ve adımla malı önünde demektir
Burada kapalı mağara aramamız gerekir

ama yılanın ağzı kapalı ıse bununda malı yılanın boyunca arkaya adımla demektir.
Bu işaretin malınıda emanetini toprakta arayacağız

yılanın kıvrımlı olması ve yanında kalp işareti olması halinde çevrede kalp şekline benzer yükseltilmiş toprak bir alan kayalık bir alan aramalıyız

kaç adet kıvrımı var ise o kıvrım kadar işareti vardır.
fakat her bir kıvrımın duruş yönünün dilinin agzının açık kapalı olmasının bir farklı anlamı vardır

yılanın baktığı yönde bir dere yatağı var mı ?
ikincisi dili dışardamı ?
üzerinde pulları var mı ?
varsa pulu dolu olan var mı ?
öncelikle yılanın boyunu tam olarak ölçün eğer yılanın arkasında bir yuvarlak işaret veya haç put oyma yada kabartma varsa ki bu paranın en belirgin işaretidir her cm ölçüyü 72-78 cm ile çarpın (ortalama) yani her cm bir adım, ve baktığı yöne doğru yürüyün ve karşınıza gelecek taş yığını veya toprak yığınının altını araştırın eğer dere kenarında ise derenin kıvrım yaptığı yerde büyük bir kaya veya kaya gurubunun altına veya ulu ve büyük ağaç olan bir alanda olabilir batı tarafına mezara odaklı araştırmanızı yönlendirin

--CSHTR ; <font color="red">Online Vatan Flood Koruması Aktif. Yeni Mesaj Zamanı </color></font> </phrase>
<phrase name="pdp_spacer2" date="1244900000" username="Paul M" version="3.8.002"><![CDATA[---------- Post added 12:16 at 12:16 ----------
dili dışardaysa dere yatağı varsa dere yatağını takip edin
dereye yılanın baktığı istikamette bir dere daha birleşecek birleşen noktada taş yığınları olacak orayı kazın
asıl malı değil ama hediyesini bulacaksınız .
Yani dili istikametinde, dildeki çatal iki derenin birleşmesini de ifade ediyor .
Üzerinde pul varmı varsa diyelim yılanın boyunu enine olarak 5 pul kesiyor pullardan biri dolu yılanın baktığı istikamette tümülüs ve yahut kayalarda mağara veya oda var
sadece 1 tanesi dolu diğerleri boş ve tuzaklı ,
dolu odaya boşlardan girebiliyorsunuz .
dilinin uzunluğu bize iki derenin uzaklığını ve hediyesini anlatıyordu ,
yılanın boyu ise asıl gömüyü ama kesinlikle dikkatli olmalıyız.

etrafında yılanın girecegi büyüklükte bir delik olmasının
yılanın kabartmasının oymasının vs vs bir çok şeyin önemi var diye biliyorum..

eğer yılan kıvrılmış ve kafasını havaya kaldırmışsa baş kısmının istikametinde 200 metre mesafeye kadar alan araştırılır
ileride bir su kaynağının çeşme veya benzeri bir oluşum aranır bu yerde iyi bir gözlem araştırma sonucu neticeye ulaşılır.
ve rahatsız edilmemesi anlamındadır
eğer yılanın kuyruğu kayanın alt ucuna kadar kıvrılarak uzanıyorsa ve kuyruğun uc kısmı bir ciizgiyle ayrılıyorsa para o kayanın altında bir odada demektir.
Kartal Şahin gibi bir yırtıcı kuş tarafından yakalanmış bir yılan olan işaretin olduğu yerin altına bakmak gerekir.Yırtıcı bir kuş yılanı yakaladığında yukarıdan aşağı bırakarak ölmesini sağlar.
yüksekten çevreye bakıp yılana benzeyen bir şey bulmaya calısalım sonuc verecekmi yüksek bir noktadan yılana benzer bisey bulursanız bir ihtimal o yılana benzettiginiz seyin altındada olabilir

oyma yılanlarla uğraşmak çok zordur fakat tehlikesi azdır kabartma yılanlar çoğunlukla bizanstır rumlardan da kalmadır fakat tehlike oranı yüksektir zehirli gazlar veya buna benzer kimyasalllarla para korumaya alınmış olabilir kabartma yılan mağara göstermez mezar para ve kral yollarının üzerine resmedilmişlerdir herzaman para anlamına gelmeyebilir..........

yılan kara yılanı su yılanı
bu işaret su kenarındaysa eğerki arkadaşım su yılanı suda yaşadıgı için suyun içini kontrol edeceksin bir daha birşey var kara yılanlarıda su içmeye iner aradıgın yer yilanın suyu içtigi yer olabilir yani aradıgınız hemen oralarda bir yerde ve ikinci bir işaret buldunuzmu ikinci işareti malıda bulmuş olursunuz

NOT:unutmamalıki her ne işaret bulupda her ne şekilde kazıya başladığında bu yılan sana görünürse bu yılan etrafınızda dolanıyorsa korkma ama unutmaki yılan size saldırırsa o bölgeden uzak durmanızı tavsiye ederim.
çok ama çok dikkatli olmanızı dilerim.
İlla bulacağım diyede kendinizi asla şartlandırmayın bu bana bir ermeni büyüğünün anlatmış olduğu ve uyguladığım bir yöntemdi dediğini yaptım söylediği yerde dedikleri çıktı

denenmiş sonuçlar :
bır arkadaşim bırtaşin ustunde bır yılan resmı vardedı gıttım baktım 50 s.m boyunda kafasını kaldırmış dılını çikarmış bakıyor anlamını sordu dedım su içmeye gıdıyor yakında su varmı ılerde eskı bır çeşme var dedı gıttık dedım arkadaş kazma kurek gotur aldı geldı bekledık sağolsun gıttğınde bırkaç kışıyede soyledı geldıler çeşmenın dibini kazdırdım 2 m den bır çamurdan yapılmış bır kup çift saplı ustune bır taş konmuş gozuktu dışarı alındığında ağzı peçetlenmış ve mumlanmışdı bunu goren arkadaşlar benım yerımdı falan derken bırbırıne duşduler ve para jandarmaya kaptırıldı

kandırada askerlik yaptım orda bir yılan gördüm.yılan oyma 2 kıvrımlıydı agzı açıktı dili çatallı idi yani 3 dili vardı .sagdaki dili uçuruma bakıyordu es geçtik. soldaki dili dereye bakıyordu es geçtik. ortadaki dilin istikametinde ilerledik.dil patıka yola bakıyordu.yol geldi toprak uçurumun(yar diyoruz)önüne kadar geldik. baktıkki yarın yüzeyinde açılmış magara.asker oldugumuz için hiç birşey yapamadık. ama dikkatli bakıldıgında magaranın agzı sonradan açılmıştı. başka bikaçtane yılan gördüm. agzı açık olanların parası hemen hemen hapsi magaradan alınmış olduğunu gördük.


horasan ilçesinde bir yılan var kırmamışlar ama parasını almışlar. yılanın bir kıvrımı var yanında kalp resmi var kalp yılanın kafa istikametinde yaklaşık 100 metre ilerisinde kalp şeklinde yeri resmi kazıyla eşmiş ve parayı almışlar. paranın koyuldugu yerin yanlarını toprakla şişirip bildigimiz kalp şekline getirmişler.bazı arkadaşların tespitleri çok doğru yılanın ağzı açık ise kapalı magara arayacagız,yılanın agzı kapalı ise toprakta arayacagız.


atlı kıral mezarının 50 metre batısında yılan kabartma varmış dediklerine göre kıralın hizmetçisinin parasını buradan almışlar kırıp almışlar ve alındığı yeri ben gördüm sen bu yakınlardada kıral mezarı ararsan iyi olur
, Keçi, Köpek, Kupa, Ejderha, Balık, Tavuk, Kuğu, Haç, Ayak, ok, W, V, L, oymalar vs.) hepsi yıldız sisteminde bir sıra ile bulunan ve yönleri ana yolları gösteren bir sistemdir. Bunları bilmeden Definenin yerini bulmazsınız. Ancak resimleri, heykelleri işaretleri tahrip eder zarar verirsiniz. Formlarda dolaşan ve kopyala yapıştır ile yapılmış hep aynı şeyler. Şekillerin yorumları. Arkadaşlar yapılan bir çok tanımlar ve hesaplamaların çoğunun gerçekle alakasıyok. Çünkü neden? Arazide İşaretin boyutunu görmeden hiçbir şey söylememek gerekir. Yani bir pegasusu adam öyle bir yapmış ki 10 m yükseklikte. Bir kartalın büyüklüğü 2cm. baktığı yön 15m ilerisi. yani Büyük ayı ters durabliyor. Bazen Tarlaya bakıyorsun 4 tanetaş yamuk şeklinde ve kuyruk kısmını orda duran ağaca vermiş. Bir yol aslanın kuyruğu olabiliyor. Ve Kablumbağa 1cm den alında 20 m lik olanını bile görmek mümkün. İşaretleri görmek ve ona göre adımlamak (Ölçmek) ve orantılamak gerekir. Eski adamların kafası çok iyi çalışıyormuş

asker gömü

İZMİR (CİHAN)- İzmir'de bir kişi define bulduğunu söyleyen asker arkadaşı tarafından dolandırıldı. Şahıstan 30 bin lirayı alarak altınları getirme bahanesiyle kayıplara karışan zanlı polis tarafından yakalandı.

Manisa'nın Turgutlu ilçesinde yaşayan C.A. (23) Hakkari ili Şemdinli ilçesinde yaşayan asker arkadaşı V.İ.'yi (23) arayarak dayısının define bulduğunu ve kendisine satabileceğini söyledi. Arkadaşının çağrısı üzerine İzmir'e gelen C.A. Gaziemir ilçesinde V.İ. isimli şahısla buluştu. Zanlı C.A.'ya bir adet altın vererek, “Bu bulduğumuz defineden sadece bir tane altın. Emin olmak istiyorsan bu altını bozdur.” dedi. Bunun üzerine kuyumcuya giden C.A. altını bozdurduktan sonra bütün defineyi almak istediğini söyledi. Şahıstan 30 bin lira para alan zanlı sözde bulduğu defineyi getirmeye gittiklerini söyleyerek kaçtı. Bir süre bekleyen C.A. dolandırıldığını anlayınca polise başvurdu. Zanlı C.A. Turgutlu İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından yakalanarak gözaltına alındı. İzmir'e getirilen C.A. adliyeye sevk edildi. CİHAN
________________

ağrı dağı NEREDEN GELİYOR

Ağrı Adı Nereden Geliyor?


Ağrı Dağı' nın adı zaman zaman değişik söylenmiştir.


Çeşitli tarihlerde Ağrı’ ya Argı, Han Argı, Argurı, Arkuru, Ark Dağı, Argı Dağı denilmiştir. Selçuklular buraya yerleştikten sonra Eğri Dağ, bilahare Ağrı Dağ adını aldı. Zamanla Ağrı Dağı, şekline dönüştü. Halk bazen Kire/Kıra olarak da ad vermektedir.


1938’ den beri İl, sınırları içindeki Türkiye’ nin bu en yüksek dağı olan Ağrı Dağı' na izafeten Ağrı olarak isimlendirilmektedir.


Urartu adının bu kavme, güneydeki Samiler tarafından verildiği ve bunun "Ur-Ar-tu" (Yukarı ülke, yüksek memleket) manasına geldiği ileri sürülmektedir. Hatta bu isimdeki "Ur" (yukarı, yüksek) kelimesinin Sümerce’ den geldiği ve Akadlılar' ca Dicle- Fırat yukarılarının "Yukarı Memleket" manasına böylece anıldığı kanaatine varılmıştır. Bu yüzden, Urartu ülkesinin en yüksek dağlarına da "Ararat Dağları" isimleri verilmiş bulunuyor. Sonradan Musevilerle, Hıristiyanlar Tevrat' tan alarak bu adı Ağrı Dağı' na alem etmişlerdir.


Küçük Arsaklı Devleti zamanında memleket başlıca 15 eyalete ayrılmış; bunlardan hükümdarların yazlık ve kışlık başkentlerinin bulunduğu yukarı Aras Boyu ve Ağrı Dağı çevresinde Ararat Eyaleti adı verilmiştir.


Anlaşılacağı gibi; Ararat, Ağrı Dağı' nın adı değil, bu bölgenin Urartu ve Arsaklılar zamanındaki adıdır. Ağrı Dağı' nın eski Türkçe’ de "yüksek" anlamına gelen Ağrı ve Ağru kelimesinden geldiği öne sürülmektedir. Ayrıca Ağrı kelimesinin Arapça’ da “muhteşem” anlamındaki ağra ile ilgili olduğu da belirtilmektedir. Bu adlar, zamanla söylene söylene halk arasında Ağrı Dağı olarak benimsenmiştir.


Büyük Ağrı Dağı


Büyük ve Küçük Ağrı Dağları; Türkiye, İran ve Nahcivan devlet sınırlarının birleştiği bir noktada yer alır. Küçük Ağrı doğuda, Büyük Ağrı Dağı batıdadır. Her ikisine birden Ağrılar denir. Doğubayazıt ovasının kuzeyinde, ilçe merkezine 15 km. uzaklıktadır. Ana kütleyi Büyük Ağrı oluşturmaktadır. Her ikisinin yamaçlarında oluşmuş pek çok parazit koniler vardır.


Türkiye’ nin en büyük dağı olan Büyük Ağrı Dağı (5137 m.) solmuş volkanik bir yanardağdır. Ağrı Dağı, Aras Güneyi Dağı' nın ucu ile bağlantılıdır. Ağrı Dağı ile bu sıra dağı birbirinden Pamuk Gediği ayırmaktadır ki, Doğubayazıt-Iğdır karayolu buradan geçer.


Ağrı Dağı' nın kuzey batısındaki Iğdır Ova' sından yüksekliği 4500 m. güneyindeki Doğubayazıt düzlüğünden nisbi yüksekliği 3400 m. dir. Bu fark Iğdır Ova' sının çukurda oluşundandır.


Ağrı Dağı, küçük tepeler teşkil etmeden, birbirine tek başına yükselerek dünya volkanlarının en görkemlisi olmuştur. Dağın zirvesinde kar ve buzlarla kaplı bir krater vardır. Bundan örtülü dağın tepesi yaz-kış devamlı karla kaplı olarak beyaz görünür. Büyük Ağrı’ nın üzerini bulut örter ve tepe tarafına yazın dahi kar ve yağmur yağar.


Ağrı Dağı yaklaşık 17 km. yarı çapında bir taban üzerine oturmuştur. 1188 km2 yer kaplamaktadır. Çevresi 128 km. dir. Dağın tepe tarafı üç çataldır ve en yüksekliği Iğdır’ a bakandır. Kar sınırı 4000-4500 metreden başlayan dağ, geniş bir alana egemen olduğu için, Karaköse’ nin bir çok yerinden, Iğdır ilinin ve Nahçıvan’ ın her tarafından, Van, Erzurum, Kars, Ermenistan ve İran’ ın yüksek yerlerinden görülebilir. Bu dev kütlenin yakından görünüşü heybetli ve etkileyicidir.


Dağ bir sünger gibi kendi suyunu kendi içine çekerek emer. Dağın emdiği suların bir kısmı Serdarbulak, Yakup, Örtülü ve Topçatan kaynakları ile dışarı çıkar. Ancak yarık bulamayan kar suları dağın eteklerine doğru akar. Dağ eteklerine yaylaya çıkan göçebeler, dağda çok sayıda bulunan evcil ve yabani hayvan bu sulardan faydalanır.



Ülke turizmi yönünden büyük bir öneme sahip olan; her zaman karlı, her zaman dumanlı... Onun başı hep göklerde... Büyüleyici beyaz zirvesi sonsuza asılmış bir bulut gibi ve yeryüzünden tamamen kopmuş görünen efsane Ağrı Dağı, türkülere sinmiş, aşıklara ilham kaynağı olmuş...


Büyük Ağrı’ nın kuzey yamacında ve 4000 m. yükseklikte Küp Gölü adında bir karakter göl vardır.


Dağın zirvesinde Ağustos ayında bile ısı –6 dereceden aşağı düşmez. Yaz mevsiminin sıcak günlerinde normal ısı 0’ ın altında -6, -10 arasında olur. Yaylası bol, otlaklarının her mevsimde otları görünür. Ağrı Dağı' nın yamaçlarında ağaçsı bitki örtüsünün çok seyrek olduğu dikkati çeker. Bazı kesimlerde bodur huş ağaçlarına ve ardıç çalılıklarına rastlanır.


Kışın Doğubayazıt Ovası karla örtülü olduğu halde, Ağrı Dağı' nın güneydoğu, güney ve güneybatı yamaçlarında kar tutmayan pek çok yer vardır. Kışın buradan “kışlak” olarak kullanılıp koyun otlatılır. Bilhassa inek vadisindeki mağaralar, yüzlerce koyunu barındırabilecek genişliktedir.


Tarihi belgeler, Dede Korkut Hikayeleri ile İstahri ve Mukaddesi gibi Arap yazarlarının verdikleri bilgilere göre, önceki yüzyıllarda Ağrı yamaçlarının ormanlarla örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde iyice çıplak bir durum kazanan Ağrı Dağı' nın etekleri, çevresine tespih taneleri gibi dizilen köylerde çok sayıda beslenen hayvanlara aşırı otlama yüzünden iyice çoraklaşmakta, hatta erozyon baş göstermektedir. Hafif bir rüzgarda Örtülü, Çiftlik, Türkmen ve Gölyüzü Köyleri çevresinde kum fırtınası başlamaktadır.


Küçük Ağrı Dağı
Ağrı Dağı' nın volkanik kütlesi temelde birdir, sonradan iki büyük koniye ayrılır. İşte bu konilerden doğudakine Küçük Ağrı Dağı adı verilir.

Büyük Ağrı Dağı’ nın hemen yanı başında yükselen Küçük Ağrı Dağı, oluş ve yapı bakımından Büyük Ağrı Dağına’ ya benzer. Bu diğerinin tersine sivridir, tam bir konik çadır şeklindedir. Küçük Ağrı Dağı daha sivri, büsbütün susuz ve çıplaktır. Her iki volkan dağın doruk çevresinde dört yana doğru derin sarp yamaçlı ve dar vadiler uzanır.


2500 metreye kadar ortak bir taban üzerinde yükselen iki koniyi, yani Büyük Ağrı Dağı ile Küçük Ağrı Dağı' nı 14 Km uzunluğundaki Serdarbulak Geçidi (2687 m.) ayırmaktadır. Bu iki dağın arası kısa ağaçlarla kaplıdır. Küçük Ağrı Dağı’ nın karı yaz ortamında tümüyle kalkar.


Küçük Ağrı Dağı’ nın tam tepesinde kraterin ağzında göl halinde su birikirse de, bu çukurluğun suları yazın kurur. Yamaçlar diktir, fakat çoklukla kayalık değildir.
________________

evlenecek kisiye dua

بَارَكَ اللهُ لَكَ، وَباَرَكَ عَلَيْكَ، وَجَمَعَ بَيْنَكُماَ فيِ خَيْرٍ
“Allah senin için bereketli kılsın ve bereketini dâim etsin. İkinizin arasını hayırda birleştirsin.”
Albâni Sahihi Tirmizi

lidya dönemi açılmış kaya mezarları işaretleri

Kaya Mezar İşaretleri

Bu tür kanallar genelde gömü kaya mezar girişi gibi yerleri işaret eder. Mezarsa paralel önü, gömü ise uç yanlarını gösterir.




Lidya Kaya Mezar İşareti

Kare-Dikdörtgen oyma ile yuvarlak oymalar bir arada ise “Yuvarlak sayısı kadar mezar kare veya dikdörtgen ile işaret edilen oda içerisindedir.” tarzında bir görüşte yaygındır. Bu arada kare veya dikdörtgen oyma duvarda ve karşıda büyük kayada (karşıda) ayrıca sıralı ise Likya kaya mezarlığına işaret olarak bilinir.

Oyma kareler genelde çevreye hakim yerlerde olur. O civarın kaya mezarlığı bölgesi olduğuna işaret eder. İşaretin karşısında sıra kayalık olması gerekir. Define orada aranmalıdır. Mezarlardan biri açılırsa diğerleri kolayca bulunur.

yunanistan ansiklopedik bilgi

H indistan - Avrupa dillerinden birçoğu Yunan alfabesini model olarak alıp kendi öz alfabelerini yaratırlar. Aslında Yunan dili, Hıristiyanlaşmış olan tüm bölgelerde etkisini gösterir. MÖ III. yy’da Kıpti alfabesi ortaya çıkar. 31 harften oluşan bu alfabe, Mısır alfabesinden alınmış 6 göstergeyi içeren Yunan alfabesidir. Bu alfabe, mısır ve Etiyopya Hıristiyanları olan Kıptilerin konuştukları Mısır dilini yazmaya yarar.

Sözlü ve yazılı Yunan kaynaklarından, Yunan alfabesinin ortaya çıkışına ilişkin bazı bilgiler sağlamak mümkündür. Herodotos’a göre fonetik alfabe Fenikeli Kadmos tarafından Yunanistan’a sokulmuştur. Herodotos, “Fenikeliler Helenlere bilim ve yazıyı naklettiler.”demiştir. Fakat bir diğer iddiaya göre Fenikeli Kadmos’un Yunanistan’a sadece 12 Fenike harfi soktuğu ve geri kalan harflerin Yunanlı Palméde’nin icat ettiğidir. Fenikelilerin kullandıkları en erken Yunan yazısı gibi sağdan sola doğru “sinistrorsum” yazılır. Yunanlıların Fenikelilerden öğrendikleri alfabe 22 harften oluşan kuzey Sami alfabesidir. Fenike harf isimlerinin Yunan alfabesindeki harf isimlerine çok benzemesi, alfabenin doğu kökenli olduğunun güçlü belirtileridir. Bu anlamda yapılan araştırmaların muhtemel kıtlığı gibi Fenike alfabesinden başka Anadolu’da kullanılan yazı sistemlerinin de etkisi olmuştur

Sözlü ve yazılı Yunan kaynaklarından, Yunan alfabesinin ortaya çıkışına ilişkin bazı bilgiler sağlamak mümkündür. Herodotos’a göre fonetik alfabe Fenikeli Kadmos tarafından Yunanistan’a sokulmuştur. Herodotos, “Fenikeliler Helenlere bilim ve yazıyı naklettiler.”demiştir. Fakat bir diğer iddiaya göre Fenikeli Kadmos’un Yunanistan’a sadece 12 Fenike harfi soktuğu ve geri kalan harflerin Yunanlı Palméde’nin icat ettiğidir. Fenikelilerin kullandıkları en erken Yunan yazısı gibi sağdan sola doğru “sinistrorsum” yazılır. Yunanlıların Fenikelilerden öğrendikleri alfabe 22 harften oluşan kuzey Sami alfabesidir. Fenike harf isimlerinin Yunan alfabesindeki harf isimlerine çok benzemesi, alfabenin doğu kökenli olduğunun güçlü belirtileridir. Bu anlamda yapılan araştırmaların muhtemel kıtlığı gibi Fenike alfabesinden başka Anadolu’da kullanılan yazı sistemlerinin de etkisi olmuştuR.

Harfler

Yunan Alfabesi yedisi sesli, onbeşi sessiz, ikisi ise birleşik yirmi dört modern harften oluşur:
Α Β Γ Δ Ε Ζ Η Θ Ι Κ Λ Μ Ν Ξ Ο Π Ρ Σ Τ Υ Φ Χ Ψ Ω
α β γ δ ε ζ η θ ι κ λ μ ν ξ ο π ρ σ/ς τ υ φ χ ψ ω


Α α alfa

Β β beta

Γ γ gamma

Δ δ delta

Ε ε epsilon

Ζ ζ zeta

Η η ita

Θ θ teta

Ι ι ıota

Κ κ kappa

Λ λ lambda

Μ μ mi

Ν ν ni

Ξ ξ xi

Ο ο omicron

Π π pi

Ρ ρ ro

Σ σ ς sigma

Τ τ taf

Υ υ upsilon

Φ φ fi

Χ χ chi

Ψ ψ psi

Ω ω omega

İŞLENİŞİ:

Yunanlılar Fenike alfabesini kendi dillerine uyarlayarak değiştirirler. Fenike alfabesinde fonetik değerleri kendi dillerine uyan ünsüz harfleri saklayıp diğer harfleri değiştirerek kullanmışlardır. Bu uyarlama çalışmaları sonucu devrimci bir yenilik ortaya çıkar : ünlü harflerin icadı. Yunanlılar, Fenike alfabesinde kullanmadıkları bazı ünsüz harflere ünlü harf değeri vererek kullanırlar. İşte, Alfa (A), Epsilon (E), Omikron (O) ve Upsilon (Y) harfleri bu şekilde doğar. “ İ ” sesini yazmak için de en sonunda İyota harfini yaratırlar. Fenike dilinde kullanılmayan bazı sesler için de değişikler yapmak gerekir. Örneğin, ünsüz harf grubu olan “ ps ” için Yunanlılar önce ΠΣ harflerini ve daha sonra Ψ harfini kullanırlar. İki Yunanlı dil bilimcisi, Bizanslı Alexandrin Aristophane ve Semendirekli Aristarque Yunan dilinin müzikselliğini yansıtmak amacıyla üç ayrı vurgu işaretini (sağa eğik, sola eğik ve ters v şeklinde çizgi) icat ederler.
YAZIT TÜRLERİ :

1) Yasalar, Dekretler DECRETA
2) Onur Yazıtları TİTULİ HONORARİİ
3) Adaklar DEDİCATİONES
4) Mezar Yazıtları TİTULİ SEPULCRALES
5) Kataloglar, Listeler KATALOGİ
6) Bina Yazıtları TİTULİ AGONİSTİCİ
7) Mil Taşları MİLİARİA
8) Agnostik, Sportif Yazıtlar TİTULİ AGONİSTİCİ
9) Sınır Yazıtları TERMİNİ
10) Sanatçı İmzaları SİGNATURE ARTİFİCUM
11) Büyü ve Lanetlemeler TABELLAE DEFİXİONUM
12) Mektuplar EPİSTULAE

Antik kaynaklar bize eski Yunan ve Romalıların bir takvim kullandıklarını ve bu takvimde her ayın 29 ve ya 30 gün sürdüğünü gösterir. Bu takvimdeki ay isimleri, doğa olayları ve ya tanrı ve imparator isimlerinden aldıkları görülür. Bu takvim sisteminin en belirgin özelliği, her bölge ya da kentin önemli bir olayı takvim başlangıcı yani Era olarak kabul edilmesidir. Antik dönemde Yunanlılar hiçbir zaman ortak bir Era kullanmamışlardır
________________

yunan mezarları resimleri

Antik Yunan (Greek) Kaya mezarları

Antik Yunan (Greek) Kaya mezar resimleri



________________
.
.

ilyada ve odysseia homeros

YUNAN MEDENİYETİ (MÖ:1200-338)
Yunan Medeniyeti M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda ve Roma İmparatorluğu M.Ö. 2. yüzyıldan M.S. 2. yüzyıl arasında tümüyle köleliğe dayanıyordu. Yunanlılarda köleler endüstride zanaatta tarımda ve evde kullanıldı. Örneğin 5. yüzyılda Yunan kentlerinde kölelerin sayısı kentli nüfusunun iki mislinden fazlaydı
Yunanlılar M.Ö. 200 yılında hayvan derisinden parşömeni geliştirdiler. M.S. 150'de ilk kez parşömen yuvarlak rulo yapma yerine kitap yapmak için sayfalar içine katlandı.
Yunan şehir devletleri güç olarak birbirlerine denk olduklarından birbirlerine karşı üstünlük sağlayamamışlardır. Bu nedenle Yunanistan'da İlk çağda milli bütünlük sağlanamamıştır. Sadece ülkelerini ele geçirmeye çalışan Persler'e karşı birlik sağlamışlar ve Peleponnes Savaşlarında Persler'i yenilgiye uğratmışlardır.
Yunanistan'da halk; soylular tüccarlar köylüler ve köleler olmak üzere sınıflara ayrılmıştı. Bu sınıf farkları. sınıflar arası çekişme ve mücadeleyi doğurmuştur.
Ege ve Yunan Medeniyeti'nin ilk ortaya çıktığı yer Girit Adası'dır. Bu medeniyet buradan diğer adalara Mora ve Yunanistan'a yayılmıştır. En önemli eserleri Knossos Sarayı'dır.
Demokrasinin ve politikanın kaynağı kabul edilen eski Yunan toplumunu ele alalım. Politika kelimesi bugün kullandığımız "polis" kelimesinden türemiştir. Daha açık bir ifadeyle Yunan siyasî düşüncesinin (Hellenist kültürün) temelini polis kavramı oluşturur. Atina'da kadınlar ile sayıları 365 bin olan köleler ve yabancı kökenli metoikler siyasî hakka sahip değildir. Sayıları 20 bin civarında olan bir zümre (başta filozoflar olmak üzere) yönetimi sağlamaktadır. İşin ilginç tarafı köleler eğitim yoluyla "köle" olduklarının şuurundan uzaklaştırılmışlardır. İşte hellenist kültürün mahiyeti... Bütün siyasi bilimcilerin çağdaş uygarlığın temelde hellenist kültüre ve hellenizm dinine dayandığı hususunda ittifak ettikleri malûmdur. Nitekim Dawson'un şu itirafı meseleye açıklık getirmektedir: "Helenizm'i bir yana bırakacak olursak ne batı medeniyeti ne Avrupa insanı düşüncesinin doğması mümkün değildir.’’ Klasik Hellenizm; M.Ö. IV. ve V. yüzyıllarda Yunan şehirlerinde gelişen Yunan kültürü demektir. Bilindiği gibi eski Yunan kültüründe nitelikleri yetkileri ve hünerleriyle tıpatıp insana benzeyen binlerce ilâh mevcuttur. Bir Yunan tarihçisi "Bu insan özellikleri taşıyan ilâhları Homeros'la Hesiodos yaratmıştır" demektedir. İnsanın hevâ ve heveslerini ilâh edinmesi hellenist kültürün temelidir. Batı medeniyeti (nâm-ı diğer çağdaş uygarlık) temelde hellenist kültüre dayandığına göre karşımıza "modern putperestliğin" çıktığı gerçeği kolayca kavranır. Bu çağdaş putperestlik aile hayatından devlet teorilerine ekonomik sistemlerden insanlık tarihine ve siyasî mücadelelere kadar her alanda gücünü hissettirmiştir. Aklı yeterli bulan ve dini hafıfe alan modern insan kendi ilâhlığını ön plâna çıkarmıştır.
Dorlar; MÖ: 1200 yılında Yunanistan’a gelerek Akalar’ı yenmiş ve buranın yerli ahalisini köleleştirmişlerdir.
Dorlar; Yunanistan’da şehir devletleri adı verilen Polisler kurdular. Önce krallıkla daha sonra Tiranlık kuruldu.
Atina şehir devletinde krallığın yıkılması üzerine soyluların egemenliğine dayalı Arhon adı verilen ve yıldan yıla seçimle göreve gelen bir Aristokrasi kuruldu.
Yunanlılar ile Persler arasında Pers-Yunan savaşı (MÖ:492-449) yapıldı. Savaşı Yunanlılar kazandı. Böylece Persler’in batıya doğru yayılması durduruldu.
Perslerin yenilmesi üzerine Atina ve Sparta liderliğinde (Pelaponnesos Savaşları) iç savaş yapıldı. Savaşı Sparta kazandı. Fakat Yunanlılar; bu savaşla zayıf düştüklerinden MÖ:338 yılında Makedonya kralı XI. Filip Yunanistan’ı aldı.

--CSHTR ; <font color="red">Online Vatan Flood Koruması Aktif. Yeni Mesaj Zamanı </color></font> </phrase>
<phrase name="pdp_spacer2" date="1244900000" username="Paul M" version="3.8.002"><![CDATA[---------- Post added 20:31 at 20:30 ----------
Kolonicilik Faaliyetleri

Nedenleri:
. 1- Nüfusun artması
2- Toprağın yetersiz olması
3- Gemiciliğin ve denizciliğin gelişmesi
4- Çiftçilerin borçları
5- Partiler arası çekişme
6- İktidardan düşen partililerin anavatanı terk etmesi
7- Maceracıların ortaya çıkması
Sonuçları:
1- Borç köleliği ortaya çıktı.
2- Burjuva sınıfı ortaya çıktı.
3- Bilim ve felsefe gelişti
4- Yeni yerler bulundu
5- Kolonilerden bol ve ucuz mallar geldi
6-Toplumda borç köleliğinin ortaya çıkması ve fakirliğin getirdiği hoşnutsuzlukları
gidermek amacıyla anayasal çalışmalar yapıldı.

Yasa Çalışmaları

1- Dragon Yasaları (MÖ:620)
Halk arasında var olan hoşnutsuzlukları gidermek amacıyla soylular tarafından Dragon görevlendirildi. Dragon yazılı olmayan hukuku yazıya döktü. Fakat sınıf ayrılığına son veremedi.

2- Solon Yasaları (MÖ: 594/3)
Solon; borç köleliğini kaldırdı. Halk mahkemelerini ve halk meclislerini kurdu.


3- Kliesthenes Yasaları (MÖ: 506)
Halk meclisini devletin gerçek temsilcisi yaparak gerçek anlamda demokrasinin oluşmasını sağladı.

Kültürel Özellikler
• Yunan Halkı sınıfları ayrılmıştı. Bunlar
a) Soylular
b) Hürler
c) Yanaşmalar
d) Köleler
• Yunanistan’da Polis adı verilen şehir devletleri kurulmuştu.Önemli şehir devletleri; Atina Sparta Korint’dir.
• İlk demokrasi Yunanistan’da; Atina şehir devletinde ortaya çıktı.
• Yunanistan’da ki yönetim şekilleri; Krallık Tiran Aristokrasi ve Demokrasidir.
• Perslerle savaşarak onların batıya doğru yayılmalarını durdurdular.
• Deniz ticareti ve koloniciliği ile uğraştılar.Akdeniz ve Karadeniz’de ticaret koloniler kurdular.
• Yunan kolonilerin Fenike kolonilerine göre daha uzun ömürlü olmasının nedeni Yunanlıların kolonilerini vatan edinmiş olmalarıdır.
• İyonlardan Fenike alfabesini aldılar. Roma İmparatorluğu da Yunanlılardan alarak Latin alfabesini oluşturacak.
• Yunanlılar; çok tanrılı bir inanışa sahiptirler. En önemli tanrıları Zeus’tur. Yunanlılar; tanrılarını insan şeklinde düşünmüşlerdir.
• Tanrıları onuruna Olimpus dağında Olimpiyat oyunları düzenlemektedirler.
• Yunanlılar arasında siyasal bir birlik olmamasına karşınkültürel ve dini bir birlik bulunmaktadır.Olimpiyat oyunları ve dilYunan toplumları arasında bir birlik oluşturmaktadır.
• Yunanlıların dünya uygarlığına sundukları en önemli hizmet demokrasidir.
• Yunanlılar felsefe ve bilim alanında da önemli çalışmalar yapmışlardır.
Felsefe alanında; Sokrat Eflatun (Pluton) ve Aristo’dur.

Yunan Medeniyeti:
-Dorlar’ın Mora ve çevresini işgal etmelerin.; den sonra oluşan uygarlıktır. En parlak devrini M.Ö. 5 ve 4. yüzyıllarda yaşamıştır.
-Yunanistan polis adı verilen şehir devletlerinin birleşmesiyle kurulmuştur. En önemlileri Atina Isparta Larissa Korint ve Tebai'dir.
-Tarım alanları az olduğundan ticarette gelişmişler ve koloniler kurarak zenginleşmişlerdir.
-Yunanlılarda toplum sınıflara ayrılmıştır ve sınıflar arasında eşitsizlik vardır Yönetim şekli asillerin üstünlüğüne dayalı demokrasiydi. Ama bu herkesin ihtiyacına cevap vermiyordu (Aristokratik Demokrasi).
Arhon adı verilen yüksek dereceli memurlar bu sınıf farklılıklarını ortadan kaldırmaya çalıştılar; Drakon: Kan davalarını önlemeye yönelik ceza kanunlarını çıkardı. Ancak asillerin haklarını koruduğu için karşı çıkıldı..
Solon: Borç yüzünden doğan köleliği kaldırdı halkı kazançlarına göre sınıflara ayırdı. Klistenes ise: Asillerin seçtiği Dört yüzler Meclisi yerine halkın seçtiği Beş yüzler Meclisi'ni kurdu. Zenginlikten doğan sınıf farklarını kaldırdı.
Yunanlılar çok tanrılı dinlere inanırlar ve tanrıları insan şeklinde düşünürlerdi. Tabiattaki varlıklara benzetilen tanrılarının en büyüğü Zeus'tu. Olimpiyatlar Tanrıları adına yaptıkları spor müzik ve şiir yarışmalarının adıydı. Yunanlılar pozitif bilimler edebiyat ve güzel sanatlarda ilerlemişlerdi.


o Eski Yunan Medeniyeti Doğuda Büyük Alexandra döneminden sonra yaşamaya devam etti ve Helen bilimi Mısır Suriye ve Pers İmparatorluğu’ndavarlığını korudu. Yunan eserleri Yakın Doğunun Lingua Franca Aramice dillerine çevrilerek Grek bilimi Pers ve Hint bilimleriyle bir arada olma olanağı buldu.
Bilime verilen önem Aristoteles Euklides Hippokrates ve diğer Yunan klasiklerinin büyük ölçüde Arapça’ya çevrilmesini sağladığı gibi İbranice'deki eserler ile Suriye kaynaklı eserler de Arapça’ya çevrildiler.
Bu çevirilerin bir çoğu Süryani- Kadim ve Nesturi Kiliselerine bağlı Hıristiyan Araplar tarafından yapıldı. Ancak bu eserler kelimesi kelimesine çevrilmek yerine yorumlanıp eleştirilerek onlara ek metinler biçiminde yazıldı.Böylece Müslümanlar sık sık sözünü ettiğimiz Helen kültürünün gerçek mirasçısı oldular. Onlar kapsamlı çevirileriyle bu mirası koruyup yönettiler.
Bu çeviri faaliyetleri Suriyeli Doktor Juneyn bin İshak ile doruk noktasına ulaştı. Huneyn bin İshak yaptığı uzun seyahatlerde aynı eserin çeşitli metinlerini toplayıp onları birbirleriyle karşılaştırdıktan sonra Suriye’ce veya Arapça’ya çevirdi. 800’lü yılların başında Bağdat’ta Beytul-Hikmet adıyla bir akademi kuruldu. Bu akademide bir çeviri kurulu vardı. Bilim dili olan Arapça’ya çevrilen eserler orada toplanarak hizmete sunuldu